Keder Bir Balık mıdır? / Burcu Yılmaz

Yetişkinlerin resimli bir kitabın sadece çocuklar için olduğu düşüncesinden vazgeçmesini dilerdim. Zira bu düşünce nedeniyle onları derin sulara götürebilecek pek çok “çocuk kitabından” mahrum kalıyorlar. Jack ve Kaybolan Zaman da, gözden kaçarsa, bana mahrum kalındığını düşündürtecek resimli kitaplardan biri. Okuduğumda beni oradan oraya sürükleyen kitaplara (hislerden söz etmiyorum sadece) zaafım olduğunu belki bin defa yazmışımdır. Farklı okumalara kapı aralayan kurmaca metinler beni, özellikle, heyecanlandırıyor. Kitapların yaşı var mı sahiden bilmiyorum; bana kapı açan bütün metinlere hayranlık duyabiliyorum. Jack ve Kaybolan Zaman bana bunu yaptı işte; zaman, kayıp, yas, öfke üzerine düşünüp okurken ve türlü türlü kapıdan girerken kayboldum. Artık durmazsam bu yazının yetişemeyeceğini anladığımdan, işte sevimli okur, belki karmakarışık olacaksa da, söze başlıyorum.

*

Jack ve Kaybolan Zaman’da oğlunu denizde kaybeden ve duyduğu keder sonucu onu geri alma hırsıyla karısını ardında bırakıp hayatını denizde geçiren bir kaptanın hikâyesini okuyoruz. Kaptan Jack, oğlu Johan’ı yutan en az 150 yaşındaki beyaz bir balinanın peşinde. Çok kitap okuyan, yapayalnız, sebzelerini dahi teknesinde yetiştiren (böylece acil durumlar dışında teknesinden inmek zorunda kalmayacaktır) Jack kimseye benzemiyor. Boş konuşmayı sevenler onun deli olduğunu söylüyor oysa onun tek amacı balinayı bulup oğlunu geri almak.  Kitap Moby Dick ve Yunus peygamberin hikâyesinin, bir tür, yeniden anlatımı gibi. Bir metnin, başka metinlerin, tekrar yazılmış hali olduğunu düşünmek onun, konusunun ötesine geçmesini sağlıyor ve işi biraz daha oyunlu hale getiriyor. Kurmacanın kurmacasını okumak yani… Kutsal metinlere duyduğum ilgi beni özellikle Yunus peygamberin hikâyesine yöneltti. Yunus peygamberin 2 sayfalık kısacık hikâyesini okursanız onun asiliğinin ve hikâyesinin ne kadar ilham verici olduğunu anlarsınız. Kitaptaki göndermeler de Jack’in oğlunun adının Johan (Yunus) olması ve onu bir balinanın yutmasından ibaret değil sadece. Yunus’un Ninova halkına duyduğu öfke yüzünden yaptıklarını, başına gelenleri okursanız, kitaptaki ayrıntıları da fark etmeniz kolaylaşır. Zaten bu noktada yazarın “Kim bilir neden!” diyerek okuru yönlendirdiğini sanıyorum. Jack tek başına bir kulübe inşa edebileceğine karar veriyor, etrafı yakıp yıkan, insanları aç bırakan yağmur yüzünden ondan teknesinde yetiştirdiği sebzeleri paylaşmasını, yakaladığı balıkları geri bırakmamasını isteyen köylüleri reddediyor ve ardında büyük bir öfke dalgası bırakarak karayla bağını tamamen kesiyor. Yunus’un hikâyesi bir baba –  oğul hikâyesine dönüşüyor ve iki kişide tamamlanıyor âdeta. Hikâyeyi biraz daha genişletmek isteyenlere Alberto Manguel’in Efsanevi Yaratıklar kitabındaki Yunus bölümünü öneririm.

*

Peki neden “kaybolan zaman”? Jack bir oğulun ardından bir eşi ve kendini kaybettiği için mi? Jack zamanı mı kaybediyor, şimdiyi mi? Geçmişle gelecek arasında kaldığı için bir tür uyuşma hali mi yaşıyor veya? Bu soruların cevabını verebildiğimi sanmıyorum. Marc Wittmann Hissedilen Zaman’da benlik, zaman ve beden kavramlarının birbirine bağlı olduğunu söylüyor. “Mevcudiyet/buradalık, zaman içinde varlığını sürdüren fiziksel ve ruhsal bir benliğin farkına varmaktır. Özbilinçli olmak ise kişinin zaman içinde baki kalan ve bir bedene sahip olan bir varlık olduğunun farkına varmasıdır. (…) Buradalık, temel bir seviyede, bedensel farkındalığın zamana yayılmış halidir. Benzer şekilde, kişinin psikolojik bir varlık olarak kendisinin bilincinde olması, zaman deneyimine bağlıdır. Kendimi zaman içinde baki kalan bir varlık olarak algılarım. Bir süreç olarak özbilinç, zamansal ve fiziksel buradalığın ortaya çıkmasını ve korunmasını içerir.” (s.101-102). Jack’in nihayet beyaz balinanın karnına girip oğluyla karşılaştığında bedeninin, kendisindeki değişimlerin farkına, dehşetle, varması onun “buradalık” halinin kaybolmasının zamanı da kaybetmesine neden olduğunu düşündürebilir belki. Dolayısıyla bir, hatta iki, hayatı kaybetmesine…

Büyük acıların bilinci nasıl sarsabileceğini ancak okuduklarımdan tahmin edebilirim. Gündelik olan bile gerçeğe ilişkin algımızı kolayca zedeleyebilirken büyük bir kayıpla başa çıkabilmek için zihnin ne hikâyeler uydurabileceğini düşünüyorum da… (Belki de Jack, bir zamanlar Moby Dick’i okumuştu ve zihni acıyla başa çıkabilmek, kaybı reddetmek için “ilk ve son uçuşunda” ona Kaptan Ahab rolünü biçti.) O hikâyelerin dehlizlerinden çıkabilmek için en basit ve temel şey karşımıza çıkıyor bu hikâyede de; acıyı paylaşmak. Dahası acıyı paylaşabilmekle başa çıkabilmek. Böylece bir yası tamamlamak, unutmak, zamanı kaybetmemek biraz daha mümkün belki. Marc Augé Unutma Biçimleri’nde unutmanın görevinden söz ederken, tam da kitabın sonunda, şöyle diyor: “(…) belleği ve merak duygusunu kaybetmemek için unutmayı unutmamak gerektiğini anımsatmaya çalışıyoruz. Unutma bizi şimdiki zamana getirir; ancak bu onun bütün zamanlarda çekimlenmesine bir engel oluşturmaz: Yeniden başlama’yı yaşamak için gelecek zamanda; şu anı yaşamak için şimdiki zamanda; geri dönüşü yaşamak için di’li geçmiş zamanda çekimlenir. Şimdiki zamanda kalmak için unutmak, ölmemek için unutmak, sadık kalmak için unutmak gerekir.” (s. 74-75). Bir kayıpla zamanında hesaplaşabilmek gerekiyor. Yoksa hikâyeler büyüyor ve onların karnında sıkışıp kalıyoruz. Kırık bir kalbi/kalpleri metniyle ve çizimleriyle somutlaştırıp “küt” diye ellerimize bırakıveren bir kitap Jack ve Kaybolan Zaman. Her yönüyle hem katmanlı hem apaçık. İyi ki yaratılmış, iyi ki basılmış…

Jack ve Kaybolan Zaman, Stéphanie Lapointe – Delphie Coté- Lacroix, Çeviren: Elif Şiir Şentekin, Çınar Yayınları, 2022.