Yurdundan Göçüp Gelen Tüm Çocuklara / Şevval Baştan

Yaz gelirken tatil hayalleriyle karneyi kapıp eve koşan minikler için bol bol; deniz, kum ve tatil hazırlığı kokan kitaplar elimizden tekrar geçecek gibi görünüyor. Çocuğa hayatı ve hayatın öteki cephelerini tanıtmaya çalışırken deniz ve kum her zaman güzel ve ışıltılı bir hayatı çağrıştırmıyor ne yazık ki. Aylan ve Muhammed bebeklerin ardından “ailesiyle birlikte seyahat eden çocuk” imgesi bizlere; savaşı, acıyı ve ölen bebekleri hatırlatıyor.

Göç temalı çocuk kitapları, yaşadığı yeri terk etmek zorunda kalan insanların karşılaştıkları korkunç durumları anlatmanın yanı sıra; yerleştikleri yeni yer ve topluma alışma sürecini, kaybolmuşluğu, kültürel kodlardaki farklılıkları, saygıyı, arkadaşlığı ve umudu içerir. Kitabımız Gümbür Gümbür’deki kahramanlar için de benzer bir durum geçerli. Göç onlara; iyi bir dost, sığınılacak liman, yaslanılacak bir omuz hediye ediyor.

Gümbür Gümbür çok yönlü bir yazarın eseri. İspanyol asıllı Amerikalı yazar David Ouimet; sokak sanatıyla, sinemayla, müzikle ve çocuk kitapları resimleme gibi farklı alanlarda çalışıyor. Ouimet, 2019 yılında çıkan Suspus kitabından tanıdığımız içine kapanık ve çekingen kız çocuğunu bu devam kitabında bizimle yeniden buluşturuyor. Fakat postmodernist resimli anlatıların esnek okuma olanakları sayesinde, örneğin; hikâyenin doğrusal devam etmemesi, metnin son sahneden ilk sahneye tersten okunabilmesi, herhangi bir kısım çıkarıldığında bağlamın bozulmaması gibi özellikler Suspus’u okumayan ve Ouimet’i ilk kez bu eserden tanıyacaklar için hiçbir bir sorun teşkil etmiyor.

Kitapta başarıyla bütünleşmiş iki metin karşılıyor bizi: Görsel ve yazılı metin. Şiirsel metindeki olaylar birebir çizilmek yerine görsel tadı en iyi verecek şekilde yeniden ele alınıp tasarlanmış. Yazının anlatamadığını resim, resmin anlatamadığını yazı anlatmış. Böylece kitap boyunca birbirlerine olan katkılarını sürdürerek yapıtı yükseltmişler.

Bu yönden bakınca çocuk kitabı resimlemenin hiç olmadığı kadar revaçta olduğu şu dönemde resimsel dili yeniden değerlendirmemiz gerekiyor. Çocuk, görsel sanatlara dönük ilk etkileşimini kitaplar aracılığıyla alır. Özellikle okul öncesi dönemde okuma yazma bilmeyen çocuklar için resim; metnin sadece tamamlayıcısı görevinde değil, nesne ve varlık görüntülerini kavramlarla eşleştiren, anlatım sorumluluğunu üstlenen güçlü bir faktör. Çocuğun dış dünyaya dair estetik bakış kazandığı kitaplardaki resimlemeler, ancak sanatçı duyarlılığıyla yapıldığında etkili bir yaşamsal karşılık bulur. Kitabı da beklediğimiz nitelikli konuma yerleştirir.

Kitap tercihlerinde sanatçıya özgü görsel sanat elemanları (doku, renk, leke, ışık, gölge) kullanılan ve özellikle kompleks içeriğe sahip resimli kitaplar, okunan metnin üzerine daha çok konuşabilmeyi sağlar. Bu yönüyle hemen bitip tükenecek ve anlamını yitirecek eserlerden ayrılarak ebeveyn ya da öğretmenle yapılan keyifli sohbetlere, dolayısıyla zengin bir kelime hazinesine kapı açar.

Kitabımız bir kız çocuğunun arkadaş edinmesini ve ardından yaşadığı yerden göç etmek zorunda kalmasıyla yeni bir hayata adapte olma sürecini anlatıyor. Bu kız çocuğunu ilk kez, tek başına uçurtma uçururken görüyoruz. Arka plandaki havayı fark etmemek imkânsız. Çünkü kamerayı yere koymuşçasına göğe kadar yükselen kurşuni renk dev binalar üzerimize geliyor. Sayfadaki tek sıcak renk uçurtmanın tatlı kırmızısı. Kız çocuğunun bile elbisesi soluk, bakımsız. Pencereler kapalı, hiçbirinin önünde havanın tadını çıkaran, balkondan bakan, çiçeklerini sulayan insanlar yok. Tek canlılık alameti küçük bir kız ile yanına konmuş güvercin.

Sonra okuyucu olarak bulunduğumuz yerden ve kahramanımızdan uzak düşüyoruz. Bu sefer köprünün uzunluğu ile şehrin yapısı daha anlaşılır. Köprü üzerinde nokta gibi küçücük kalmış kızın yanından insanlar geçiyor. Hiçbirinin yüzü net değil. Aksine karanlık. Sanki onlar da şehirle bütünleşmiş gibi kurşun renklerine boyanmışlar.

Bir sayfa daha çevirince yüzümüz gülüyor. Bu defa masmavi elbisesinin içinde elindeki sarı uçurtmayla yürüyen başka bir kız çocuğu görüyoruz. Duvarın üzerini çiçekler sarmış. Kızın dikkatini gökyüzüne yükselmiş kırmızı bir uçurtma çekiyor:

“Şarkımı duyuyor ve yüzünü dönüyorsun bana.” (s.5-6)

Artık köprünün farklı yerlerinde uçurma uçuran iki kız birbirlerini fark ediyor:

“Ben seni görüyorum, sen de beni.” (s.8)

Şehrin içinden geçen nehre inip, balık tutup sohbet ediyorlar. Hatta o kadar eğleniyorlar ki nehrin içinde balıkların üzerinde hayali gezintiye bile çıkıyorlar. Her bakımdan hayret ve heyecan uyandıran su metaforu, bilinmeyen bir aleme geçişin simgesi olarak kullanılmış. Kahramanlarımız birbirlerini bularak dış dünya ile irtibatlarını bir süreliğine koparıp gelebilecek olumsuzluklardan kendilerini soyutluyor. Bu bir katarsis anı:

“Hiç avazın çıktığı kadar bağırdın mı suyun altında?” (s.14)

Ne kadar uzun sürdüğünü bilmediğimiz bu an sona erip de şehri sağanak yağmurlar basınca damlaların süratinden kendi sesimizi bile duyamaz hale geliyoruz:

“Birlikte sesimizin daha gür olduğunun farkında değil misin?” (s.15-16)

Şehir karanlığa ve sulara gömülüyor. İnsanlar şehri terk ederken gökyüzünü sis kaplıyor. Artık ailelerinin yanına dönmüş karakterlerimiz endişeli ve korkmuş bir halde. Biçim olarak sayfaların şimdiye kadarki formunu sanatçımız burada tamamen değiştiriyor: Çizimde sadece kurşun kalem kullanılmış. Siyah beyaz kareler içinde kayıklara binerek bilinmezliğe açılan insanları adım adım takip ediyoruz. Bu gibi sayfalarda yazılı metin kullanılmamış.

Limanda vedalaşan, çocuğunu kayığa bindiren aileler, yer yer alabora olan, fazla yükünü denize bırakmak zorunda kalan ve tüm çaresizliğin ortasında gözleri birbirini bulan iki küçük kahraman. Biri diğerine ip uzatmaya çalışır fakat nafile. Yolculuk uzadıkça kayıklar dalgaların etkisiyle gözden kaybolur. Bütün bir maviliğin içinde kahramanlarımız artık birbirlerinden ayrı ve yapayalnızdır:

“Yalnızken susup kalıyorum.” (s.32)

Sonrasında anlarız ki kayıklar hedefteki adaya ulaşmış. Ve dost orada bizi sabır ve umutla bekliyor. Kucaklaşırlar. Artık onları yeni olduğu kadar bilinmezlikle dolu bir hayat bekliyor. Yanlarına alabildikleri çanta ve eşyalarla bir köprü daha aşarak yabancısı oldukları şehre girerler. Köprü, her şeyiyle yeni başlangıçların ve değişimin sembolü.

Sonraki sayfalarda gecekondu mahallesinde sokakları sarmış elektrik telleri ile evden eve uzanan çamaşır iplerinin karmaşasını bir sokak arasından izleriz:

“Sonsuz hikayelerle bağlıyız birbirimize.” (s.41)

Yeni hayatlarına uyum sağlamaya çalışan kahramanlarımızın düştükleri “öteki” durumu iyi bir benzetmeyle sunulmuş: Yan yana dizilmiş güvercinlerden ayrı, birbirine sokulmuş iki güvercin. İlk sayfada gördüğümüz güvercin kadar yalnız olmadığı için bu kez sevinçliyiz. Sonrasında yeni okullarında yan yana oturdukları, bahçede sadece ikisinin birlikte oynadıkları resimler. Bir yandan buruk, bir yandan da yalnız olmamaları huzur verici.

Bu kısa ama derin öykü bizi çiçekleriyle uğurluyor. Akşam olup da sokaklar kararırken ışıklarını son kez şehre gönderen güneş, kahramanlarımızın penceresinde parlıyor. Çiçek açmış pencere önlerinden birbirlerine uzattıkları iple bağlı ve her şeye rağmen umutlular.

6-12 yaş grubuna hitap eden Gümbür Gümbür, ortaokul 5 ve 6. sınıf öğrencileri için de Türkçe dersi şiir konusunda güzel bir ders planı yapmaya uygun.

Hala bir çözüme kavuşamamış göç meselesini dile getirirken yaşanan acıların hüznü ile mülteci çocuklara umut vaat etme arasında kalan bir anlatım Gümbür Gümbür. Anlatılmaya çalışılan sadece mülteci çocukların değil herkesin meselesi. Çocukların savaş ve göçlerle daha fazla ölmemesi, ülkesinden kopup bir umutla güvenli limanlar arayan insanların gözyaşlarının dinmesi duasıyla…

Gümbür Gümbür

David Ouimet

Çeviren: Seda Ersavcı

45 Sayfa

Temmuz 2021

Çınar Yayınları

https://www.kitaphaber.com.tr/yurdundan-gocup-gelen-tum-cocuklara-k5593.html